15 Mart 2015 Pazar

BUDIN - BUDIN KALESI TARIHCE



BUDIN KALESİ


Kale Tepesi - Budapeşte
İlk olarak 1255 yılında kale olarak inşa edildiği ve 1458’de Kral I. Mátyás tarafından yenilendiği bilinmektedir. 1686’da Buda şehrinin işgali esnasında büyük hasar görmüş ve restore edilmiştir. 1849’daki Bağımsızlık Savaşı’nın ardından kurulan Macar hükümetinin yönetimi buradan gerçekleştirilmiş; 1944 – 45 yıllarındaki II. Dünya Savaşı kuşatmasında ise bina tekrar zarar görmüştür. Tüm bu yıkma – yapma işlemlerinin ardından yapı son hâlini almıştır ve günümüzde Budapeşte şehrinin en görkemli yapıtaşlarından biri hâline gelmiştir. Kompleksin kullanımında önemli bir fark göze çarpar: burası artık ne bir kale, ne bir karargâh, ne de bir saraydır; Kraliyet Sarayı, şimdilerde Macar Ulusal Galerisi’nin, Budapeşte Tarihi Müzesi’nin, Széchényi Ulusal Kütüphanesi’nin ve Çağdaş Sanatlar Koleksiyonu (Ludwig Koleksiyonu)’nun yuvasıdır. 

Kraliyet Sarayı’nın içerisinde, 1975 yılında kurulan Macar Ulusal Galerisi, Macaristan resim ve heykel sanatına dair 100 binin üzerinde parça içermektedir. Macar sanatının 7 yüzyıllık tarihini; saray içerisinde birçok odaya yayılan galeri odalarında görebilirsiniz. Buradaki altı kalıcı sergide, Orta Çağ’dan günümüze kadar ulaşmış sanat eserleri bulunmaktadır. Bununla birlikte 19. yüzyılda Avrupa’da ağırlığını hissettiren Sezession akımının güzel örnekleri de galeri duvarlarındaki resimlerde görülebilir. 



Kraliyet Sarayı’nın E kanadındaki Budapeşte Tarihi Müzesi, Kale ile Budapeşte’nin tarihinden çarpıcı eserlere ve dokümanlara ev sahipliği yapar. Müzenin kalıcı sergileri şunlardır: Modern Çağ’da Budapeşte, Kraliyet Sarayı’ndan Gotik Heykeller, Tarih Öncesi Çağ’dan Günümüze Budapeşte Tarihi, Orta Çağ’da Kraliyet Sarayı.  






 Budin (Buda) Kalesi:
Günümüzde Macaristan’ın başkenti olan Budapeşte; Buda, Peşte ve Obuda olmak üzere üç bölümdür. Türklerin Budin adını verdikleri Buda kalesinin en eski bölümüne Obuda, aynı taraftaki kalenin bütününe Buda denilmektedir. Tuna nehrinin karşısındaki kısım ise Peşte olarak adlandırılırılmaktadır.
13. yüzyıldaki Moğol fethinden sonra, Macaristan’ı yeniden ayağa kaldıran ve bu nedenle “Macaristan’ın ikinci kurucusu”olarak anılan Kral IV. Béla(1206-1270) taş kaleler inşa edilmesini isteyince Buda Kalesi kurulmuştur. Buda Kalesi Rönesans KralıMatthias sırasında altın çağını yaşarken genişletilmiş ve içine 1247 yılında bir saray yapılmıştır. Buna rağmen 15. yüzyıla kadar krallık merkezi Visegrad’dan Buda’ya taşınmamıştır.

150 yıl Türk yönetiminde kalan Buda Kalesi, Kral Matthiasve Maria Theresa döneminde yeniden inşa edilmiş ve genişletilmiştir. 19. yüzyılda ünlü Macar mimar Miklos Yblbaşkanlığında, Buda kalesini yeniden oluşturmak için komisyon kurulmuştur. İki dünya savaşı sırasında, kalede yer alan Ulusal Galeri, Milli Kütüphane, Tarih Müzesi ve diğer binalardan orijinal çok az şey kalmıştır.
Fünikülerle % 48 diklikle ve 95 metrelik seyahat sonrasında ulaşılabilen Buda Kalesi’nin panorama terasından Budapeşte’nin Peşte tarafının muhteşem manzarası izlenebilir.
Sarayın kuzey tarafında bulunan pazar yeri, Orta çağda infaz mekanıydı. Szentháromság tér (Holy Trinity square) veSzentháromság tér (Holy Trinity) önünde yer alan Matthias Kilisesi, kale içinde tüm ana caddelerin buluştuğu yerdir. Meşhur Matthias Kilisesi Osmanlılar döneminde Kızılelma Camisi olarak hizmet vermiştir.
Szentháromság tér ortasındaki Holy Trinity kolonu 1709 yılındaki veba salgınını anmak için inşa edilmiştir. 
Buda’daki ilk Town Hall, Türk yönetiminin sona ermesinden sonra inşa edilmiştir. Town Hall binasının sapa küçük yan sokaklarında kendinizi eski çağ atmosferinde hissedebilirsiniz. Gizli avlular, loncalar, güzel şehir evleri ile ilgi çekicidir. Toth Arpad setany ise güzel bir yürüyüş yoludur. Buda Kalesi, 1987 yılında Dünya Kültür Mirası listesine alınmıştır.



Türklerin Budapeşte’yi terk etmelerinden sonra Türklere ait taşınmaz kültür varlıklarının büyük bir kısmı yok olmuş veya yok edilmiştir. Buna karşılık, bazı taşınmaz Türk kültür varlıkları günümüze kadar gelebilmiştir. Tarihte yaşanan kültür eserleri katliamına rağmen günümüzün Macar yönetimi tarihi Türk eserlerine karşı daha duyarlıdır.
Budapeşte’deki Türk eserleri arasında en önemlisi Gül Baba Türbesidir. Şehrin Buda kısmında “Gül tepesi” denen mevkide olup, Türkler için olduğu kadar Müslümanlar için de önemli bir ziyaret yeridir.
Budin’in Macarlara devri sırasında, yaşı yetmişi geçmiş olmasına rağmen büyük kahramanlık gösteren Arnavut Abdurrahman Abdi Paşa için yapılan anıtı ikinci sırada saymak mümkündür.
Günümüzde Romanya topraklarında bulunan Galiçya cephesinde Ruslarla yaptığımız savaşta şehit düşen askerlerimiz için yapılan ve Budapeşte’ye 15 Km mesafedeki Galiçya Şehitliği de her Türk için önemli bir yerdir.
Dördüncü sırada halen ayakta olan ve hizmet veren Yeşil direkli ılıca (Rudas), Horoz kapısı ılıcası(Kiraly), Veli Bey Hamamı(Csaszarfürdo) ve Debbahane Ilıcası (Racfürdo) gibi Türk hamamlarını saymak gerekir.
Buda kalesinin restore edilmiş kale temelleri ve bazı burçları da Osmanlı döneminden kalmadır. Budapeşte’nin önemli kiliselerinden St Elizabeth, Osmanlı döneminde yapılan bir cami yıkılarak onun yerine yapılmıştır. Yine Peşte’de bulunan İçşehir (Parish) Kilisesi’nin Gotik iç dekorasyonu arasında göze çarpan mihrap, kilisenin eski bir cami temeli üzerinde kurulmuş olduğunu gösteriyor.

Budapeşte’ye Giderken

Türk sanatının etkisiyle yazdığı “Ben seyrane gider iken (Minap mulatni mentemben...)”, “Gerekmez bu dünya sensiz (Ez a világ sem kell már nékem...)”, “Lütufkâr neşeli gözlü (Kegyes vidám szemű...)” dizeleriyle başlayan şiirlerinden sadece dördü günümüze ulaşan Bálint Balassi (1554-1594)’nin sevgilisi “Júlia” ile bir “kapı aralığında” buluşmasını gözlemeye gider gibiyim. İçimdeki heyecan ateşi öylesine yüksek ki, Balassi bile benim kadar müşkül durumda kalmamıştı. Öyle ya, iki sevgiliden birini

Dedi ki vardır aklında
Birimizi seç almaya
Hakikaten en çok akça
Hangimize değer paha

diyerek seçmesini isteyen güzellere

Kısa özlü hem adilce
Bir cevabım vardır size
Gönlüm düştü memesinde
Siyah benli o küçüğe

şeklinde cevaplayan Balassi sevgilisini seçmişti. Oysa Budapeşte’de, sadece adını bildiğim, hatıralarını okudukça kahramanlığından, adaletinden ve ilminden ilham aldığım öylesine çok sevgilim var ki. Ben onların hiç birinden vaz geçemem ki!


Kodexi’nin Şiirleri Eşliğinde Budin’i Gezmek


Palatics Kodexi(1588/89) adı, bilmeyene hiçbir anlam ifade etmez. Ancak Osmanlıların Budin’de bulundukları devrede yaşayan âşıklarının şiirlerini bizlere armağan ettiğini bilirseniz,  Katolik olsa da bir dua göndermek gelir içinizden. Öyle ya, hangi havuzlu bağlı, sarayın bahçelerinde okundu bu şiirler. Belki farkında bile olmadan adımlayacağım o bahçeleri, şimdilerde Arnavut’a atfedilen Türk kaldırımlarında…
Peçevi Tarihi gibi dev bir eseri kültür dünyamıza armağan eden İbrahim Peçevi, Macaristan’ın Pecs şehrinde doğmuştu. Ardı gelmeyen savaşlarda yaşanan acılar, hüzünler ve sevinçler temel ilham kaynağı olsa da, şairleri temiz yüzlü, beyaz tenli, selvi boylu Macar güzelleri bambaşka dünyalara götürmüştü. Günümüzde Macaristan topraklarında kalan, vaktiyle Osmanlı toprağı olan Eğri’de doğan Eğri’li Ahmed Ağa ve Deli Bayezid’in mersiyelerinden bilebildiklerimi mırıldanıyorum içimden. YineTemesvar’lı Gazi Âşık Hasan’ın Budin için yakındığı türküleri söylerken, bir şeyler düğümleniyor boğazımda...


Budin’in Kültürel Atmosferinde Yetişenler


Sifalî mahlasıyla şiirler yazan Budin Paşası Yahyapaşazade Arslan Paşa; şiirlerinde Vusûlî mahlasını kullanan Yahyapaşazade Arslan Paşa’nın akrabası Mehmed Bey, XVI. yüzyılın en önemlimesnevî yazarlarından biri olarak kabul edilen ve maalesef sadakatinden şüphe duyulduğu için Budin’i yurt tutan Yahya Bey’in mekânlarına uçmak istiyor ruhum.  Şiirleri öldükten yıllarca sonra bile falcılıkta kullanılan Hayretî’nin mezarını bulup, başında bir Fatiha okumak içimdeki bu şiddetli heyecanı dindirmeye yeter mi?
Öyle ya, Budin bizim için sıradan bir şehir değil. “Nazlı Budin” demişiz her dem ona. Her ne kadar Macar tarihinde “Sultan Süleyman, Budin’i hile ile aldı” dense de, Evliya Çelebi babasından duyduğu gerçekleri Seyehatname’sinde aynıyla anlatıyor bizlere.


Budin, Savaşmadan Osmanlı Yönetimine Girmişti


Süleyman Han, Belgrad kalesini alınca, Macarlar bütün kuvvetlerini savunmasını sağlamlaştırmak için Budin’e taşımışlardı. Her taraftan yardım isteyerek tam yüz bin asker hazırlamışlardı. 1525 senesinde Süleyman Han, üçüncü seferinde Mohaç ovasında Macar Kralı Lâyoş’u bozguna uğratınca Serdar-ı Ekrem İbrahim Paşa’yı Budin kalesini almakla görevlendirmişti. İbrahim Paşa,Kurban Bayramı’nın üçüncü günü Budin kalesini kuşatmıştı. Serdar-ı Ekrem “şeriat gereğince savaşmadan kaleyi teslim etmeleri halinde şehirde yağma olmayacağını, halkın mal ve mülküne zarar gelmeyeceğini” bildirince kaledekiler kısa bir direnmeden sonra şehrin anahtarlarını getirip teslim etmişlerdi. Bunun üzerine Serdar-ı Ekrem İbrahim Paşa’yı Budin’in anahtarlarını getirenleri Foldvar kalesindeki Süleyman Han'a göndermişti. Süleyman Han derhal Budin önlerine gelmiş ve şehir halkına yağma olmayacağının garantisini tekrarlamıştı.  Ertesi gün büyük bir alay yapılarak, son derece gösterişli bir şekilde Bec(Viyana) kapısından içeri girmişti.

Macaristan’da biz Türkler için iki büyük Kızılelma olduğunu kaç kişi bilir acaba? Dün
Keçeye kılıç çalar
Kızıl elmaya dek giderüz
diyen Osmanlı askerlerinin ardından keçeye kılıç çalmadan Kızılelma’yı görmeye gidenlerdenim.


Gül Baba Tepesinden Bademsi, Gürzilyas Baba Dağı’ndan



Osmanlı Bastarda Kadırgası Gibi Görünen Budin Kalesi


Şimdi, Tuna nehrinin Batı kenarında kayalar üzerindeki yüksek tepe üzerinde doğudan batıya uzanan Buda Kalesine yürüyorum. Evliya Çelebi, Buda kalesi için “Gülbaba’nın bulunduğu yerden bakılsa bademsi, amma Gürzilyas Baba Dağı’ndan bakılsa güya Osmanlı bastarda kadırgası gibi görünür”demişti.
Günümüzde de, Gülbaba tepesinden Buda kalesini görmek mümkün. Lakin ne Osmanlı bastarda kadırgasını ne de Gürz İlyas Baba dağını bilen kalmadığı gibi, Avrupa devletlerinin “Bana kalmayacaksa âleme kalmasın” zihniyetinin yakın zamandaki tezahürüyle iki Dünya savaşı sırasında Buda kalesinden orijinal çok az şey kalmış ki! İnsan Macarlar adına mı, Türkler adına mı üzüleceğini bilemiyor doğrusu. Sonunda, Macarlar ve Türkler için“Aynı ulu çınarın iki farklı dalı değil miyiz biz?” diye soruyorsun kendine ister istemez.
Buda Kalesi’ni ziyaret etmeden evvel Evliya Çelebi’nin burayı nasıl anlattığını okumuşsanız, Buda kalesinin ova düzlüğüne kadar uzanan bölümünde duvar üzerinde iki arabanın yan yana gidebileceği, atlarla cirit oynanabilecek genişlikte,“hakirin ayağı ile elli altı ayak enli”,  iki kat kalın duvar temellerini arıyorsunuz.
Gürcü Kenan Paşa’nın yerden yukarı üç adım kadar yaptırdığı kale duvarlarının izini arayarak, Kuzeybatıdaki(Lodos) eğri büğrü yollarla ulaşılan ve üç katlı demir kapılardan oluşan Ovakapısı’nı arıyorum. İçeriye girdiğimde “Gözcülerin gece ve gündüz ellerinde tüfenkleri hazır ve fitiller yanık vaziyette” nöbet tuttukları, “bir feryada baktıkları” anı yaşıyor insan. Şöyle bir an soluklanıp, geriye doğru, Mohabat bayırına göz süzdüğünde taş yığını görünümlü evler çarpıyor suratına!


Sultan Süleyman’ın Kızılelma Sarayı’nda İç Çekişi…


Sultan Süleyman, Kızılelma Sarayı’nı yedi saat gezdikten sonra “Ah n’olaydı, bu saray İstanbulumuzda, Sarayburnu'nda olaydı” demişti. Kızılelma Sarayı’nın hazine odasına girdiğinde “haddi hesabı olmayan para” ile karşılaşınca “Allah ile ahdim olsun, bu gaza malı ile Kudüs’e ve Medine'ye birer kale yaptırayım ve İstanbul'a kemerlerle su getireyim” demişti. Ahdini de yerine getirmişti.
Sultan Süleyman, Macar Kralı Lâyoş’un Vasiyetini Neden Aynen Yerine Getirmişti?
Sultan Süleyman, Kızılelma Sarayı’nın hazine odasından çıkarken gördüğü bir levhayı tercüme ettirince Macar kralının şu vasiyetini öğrenmişti:

“Ey buraya benden sonra malik olup, ayak basacak olan kimse! Beni hayır duadan unutma. Adım için hayırlar yap ye ocağımı söndürme! Oğlum Yanoş’u kral yap. Beni ve oğlumu İstolni Belgrad'a göm. Benim gibi çok kale al. Ben ki, bütün bilgilerle meşhur ve zamanın teki Lâyoş kralım. Kral Laslo’nun oğluyum. Anam Galya kralının kızı Aneason’dur. Ocağımı söndürme. Ruhullah olan İsa da senin ocağını söndürmesin.”

Sultan Süleyman Han bu vasiyetten haberdar olunca, savaşı kaybettiğini anlayınca kaçmaya başlayan ve bataklığa saplanan Macar Kralı Lâyoş’un cesedinin çıkartılmasını, usullere göre İstolni Belgrad’a gömülmesini emretmişti. Sultan Süleyman, Macar KralıLâyoş’un mezarı üzerine dikilmesi için, turna telleri ve şahin çığaları da göndermişti.


Sultan Süleyman, Macar Kralı Lâyoş’un Oğlunu
 “Manevi Oğul” ve “Çırağı” İlan Etmişti

Süleyman Han Macar Kralı Lâyoş’un “Oğlum Yanoş’u kral yap” vasiyetini yerine getirmek için “Tiz kral oğlunu getirsinler!”diye ferman edince, Kral Lâyoş’un karısı kraliçe Hamadya başına basma siyah matem tülleri sarmış ve sırmalara bürünmüş vaziyette sağ eline oğlu Yanoş olduğu halde Süleyman Han’ın huzuruna gelerek “Bunun babasını öldürüp, mal ve mülkümü almak hüner değildir. Şehinşâh ve imparatorlar arasında padişahlık odur ki, bey ve fakir herkese ve yetimlere merhamet edeler. Al imdi kendi öksüz garibini!” dedikten sonra çocuğu Yanoş’u Süleyman Han’ın önüne bırakmıştı. Evliya Çelebi, bu anı, babasından duyduğu şekliyle şöyle anlatmıştı:
 “Süleyman Han henüz çocuk olan Yanoş’u görünce merhameti coşup, gülâmı yakasından geçirerek mânevi oğul edinir. Budin krallığım kendisine verüp, annesini de kral kızı olduğu içün kaleye nazır ve Macarların büyüklerini de vezir eder. Bütün divan erbabına bu iç kalede bir büyük ziyafet çeküp, gazilerin büyük ve küçüklerine rütbelerine göre birer kıymetli hil’at giydürüp, memuriyette veya azledilmiş olan beyler ve beylerbeylerine büyük rütbeler ihsan eder…”
Kızılelma Sarayı’nı dolaşırken bu hikaye zihninizde aynıyla canlanıyor. Süleyman Han’ın oturduğu, Kraliçe Hamadya’nın ayakta durduğu yerin neresi olabileceğini bile düşünüyor insan.


Süleyman Han, Macar Prensine “Budin Kralı” Unvanı Vermişti


Viyana kuşatmasından dönerken Budin’e uğrayan Sultan Süleyman Han, özengisine yüz süren Budin Kralı Yanoş’a hil’at giydirilmesini, Estergon kalesindeki İskender tacının Budin Kralı Yanoş’a giydirilmesini emretmişti.
Her ne kadar Macar tarihçileri “Süleyman Han, Buda’yı hile ile aldı” deseler de, Sultan Süleyman Viyana kuşatmasını kaldırarak İstanbul’a döndüğünde “Türk ordusu zayıf” hissine kapılarak Budin’i kuşatan dört krala karşı Budin Kralı Yanoş’un Osmanlı safında mücadele etmesini izah etmelidirler.
Üstelik Budin Kralı Yanoş, bu kuşatmada Avusturya kralı Ferdinand ile diğer üç kralın Budin üzerine gelecekleri haberi almıştı. İskender tacı(Korona), Budin kralında olduğundan, diğer dört kral Budin kralının yanında, Osmanlılarla birlikte savaşmıştı. Budin altında ve hisar içinde yapılan savaşta Kral Yanoş, baskın yapınca Avusturya kralı Ferdinand Estergon’a kaçmış, Estergon’daki irşekler kral Ferdinand’ı Estergon kalesine koymadıklarından Tuna'yı geçerek canını zor kurtarmıştı.  Kral Yanoş, Avusturya Kralı Ferdinand ve ordusundan kalan ganimet mallarını Süleyman Han’a göndermişti.


Osmanlı, İskender Tacı(Korona)’nın Manevi Etkisini Bile Kullanmadı


Anlaşılacağı üzere Türkler Budin’de işgal kuvveti olarak gitmemişlerdi. Macar kraliyet tacını Macarlara giydirmişler, Macarlar için son derece önemli olan “İskender tacı(Korona)”nın manevi kuvvetinden de istifade etmeyi düşünmemişlerdi.
Budin, Süleyman Han döneminde dört defa kuşatılmış, dördünde de Türk askerleri galip gelmişti. Dördüncü kuşatmanın kırılmasından sonra Süleyman Han, Divân-ı Hümayûn’u toplamış, alınan kararları Budin Kralı Yanoş’un annesi ve eşine şöyle bildirmişti:
“Kralın Yanoş, benim çırağım ve mânevi oğlum idi. Kucağındaki küçük oğlu da çırağım ve oğlum olsun. Bu oğlana Erdel Vilayeti krallığını ihsan ettim. Sen, onun anası ve Erdel kralının kızısın. Baban Erdel’de kral olmasına rağmen, kocadığı ve kötürüm olduğundan vilâyeti muhafaza edemiyor. Sen, oğlunun vekili ve vilâyetin sahibi olup, her sene Erdel vergisini gönderesin ve kaynatanı alıp, Erdel'e gidesin.”
Bu nasihatten sonra Kral Yanoş’un 3 yaşındaki oğluna bir sorguç, murassa ve sırmalı bir iskemle, murassa’a bir topuz, muhteşem bir çadır ihsan etmişti. Kadının başına murassa bir taç ve kaynanasına sırmalı hil'atlar giydirmiş ve  “Allah ismi kolay eyleye...” demişti.
Budin Kralı Yanoş’un karısı, “Pâdişâhım, çırağın olan oğlum daha küçüktür. Erdel vilâyetine yalnız gidemez. Oğlum, sencileyin şânı yüksek bir padişahın çırağı... Budin kralının oğlu ve şimdi Erdel kralıdır. Bize kırk, ellibin asker ver. Erdel diyarına oğlumu ihtişam içinde götürsünler” deyince Süleyman Han, kadının bu fikrini pek beğenmiş ve ona “Kraliçe Yanoş” unvanı vermişti. Kasım Paşa’yı, bütün Rumeli askerleriyle yeni kralı Erdel’e götürmeğe memur etmişti.


Sultan Süleyman, Hünkâr İmamı Ebüssuud Efendi’nin
 Kırılmasını İstediği Heykeli Nasıl Korumuştu?

Kraliçe Erdel’e gitmek için yola çıkınca bilginler, imamlar, müezzinler ve bütün gaziler Budin’deki duvarlarının üzerine çıkarak gül-bang-i Muhammedî çekmeye başlamışlardı. Yedi yaylım toplar ve yedi yaylım tüfenkler atılmış, yer gök inlemişti. Yedi gün yedi gece donanma ferman olunmuştu. Bütün kiliseler temizlenip, cami yapılmış, ilk mübarek hutbeyi hünkâr imamı olanEbüssuud Efendi yapmıştı.
Günümüzde Matthias Kilisesi olarak bilinen kilise, Süleyman Han camisi adı verilerek koruma altına alınmış, inananların ibadetine açılmıştı. İki kapılı bu caminin minarelerinden Peşte ve Budin ovaları seyredilirdi. İki kapılı olan bu caminin doğu kapısı üzerindeki ejderha tasviri karşısında hayrete düşen Evliya Çelebi,ejderha tasvirini şöyle anlatır:
“Güya canlıdır. Ağzını açıp, dudaklarını gerip, kuyruğunu kıvırıp, durur. Benzetmek gibi olmasın, bu ejderha önünde Hazreti Hızır at üzerinde durup, elinde mızrağı ile ejdere bir süngü vurmakta ve ejderhayı altına alıp, çiğnemektedir. Hatta fetih sırasında Ebüssuud “Heykel haramdır, bunu kırmak gerektir” deyince Süleyman Han gayet nezâket gösterüp “Kimse bu surete bakmasın, Müslüman olanlar görmesin!” diye gerdanından kişmir şalını çıkarıp, bu heykellerin üzerini örttürüp, kırmaktan kurtarmıştır.”


Süleyman Han’ın Budin Vasiyeti Neden ve Nasıl Unutuldu?


Sağlığında Budin’i tam dört kez Haçlı saldırısından koruyanSultan Süleyman, yeniden böyle bir tehlike yaşamaması için Bağdat veziri Süleyman Paşa’yı huzuruna çağırıp, başına bir sorguç sokup, üç kat hil’at giydirmiş ve Budin’e vezir tayin etmişti. Bu törenden sonra Süleyman Han’ın, Süleyman Paşa’ya vasiyetini Evliya Çelebi şöyle anlatmıştı:
“Üç adet tuğ ile serdar-ı muazzamım ve müşir-i müfahhamısın.. Tâ İstanbul'a varıncaya kadar bütün Rumeli diyarı mansıpları senin arzınla olup, bütün beylerbeyiler, senin fermanın ile ola... Hatta benim İstanbul’daki Yedikule dizdarlığım bile münhal olsa senin arzınla tayin oluna. Allah göstermesin ne vakit ki üzerinize bir düşman gele... Kuşatıldığını bana bir ulak ile haber gönderesin. Askerlerim emrine uyup, geleler. Benden sonra gelecek olan çocuklarıma torunlarıma, vezir ve ayanlarıma vasiyetim budur ki, kânunumu kimse bozmaya... Çünkü Budin kalesini almağa çok emeğim geçmiştir. Budin uğruna altı yüzbin Müslüman şehit olup, bu temiz toprağı şehit kanı ile bulamışım. Budin, sağlam kale olup, bütün kralların hasret çektiği Macaristan payitahtıdır. Bu kaleyi Allah'a emanet ettim. Süleyman Paşa’yı Budin’e nazır ve padişah vekili tayin ettim. Paşam, dikkatli olup, reayayı koruyasın. Herkesle iyi geçmesin. Gazilerime nimet ve ihsanın bol olsun. Budin kalesinde oturanlar uzun ömürlü olsun…”
Tam bir saat süren hayır, dua ve nasihatlerden sonra fermanını ve tuğrasını Süleyman Paşa’nın eline vermiş, “Hıfz ve emanette ola, Gülbaba Budin gözcüsü olup, himmetleri hâzır ve nazır ola” buyurarak Fatiha okumuşlardı.
Sultan Süleyman Budin’den ayrılmadan evvel, Kızılelma sarayı duvarına kendi yazısı ile,
Gaaziler meskenidir, bunda beyim gayr olmaz
Bunda zulm eyleyenin âkibeti hayr olmaz
Yazdıktan sonra, altına da “Bir saat adalet, yetmiş senelik ibâdetten hayırlıdır” hadis-i şerifini yazdırmışlardı.


Osmanlı, Budin Yahudilerini Neden Vergiden Muaf Tutmuştu?


Orta hisarın batı tarafında tolus kemerli, kat kat demirden, Temmuz’da bile kış gibi olan, kapılarının araları “ellişer germe levend adımı” olan Gülbaba’ya açılan Beç(Viyana) kapısının azametini hala hissedebilirsiniz.
Beç kapısı öyle bir kapıdır ki, şöyle uzaktan seyre dalıp, yaşananları hayal etmeden geçmek, boşa gezmektir:
“Budin’i düşmanlar üçüncü sefer kuşattıklarında düşman bu kapıdan içeriye girmeye çalışırlardı.  Budin’deki Yahudiler evlerine birer parça sülümen (bir nevi zehir) ve sıçan otu alırlar; Yahudi lehçesi ile, ‘Düşman kaleye girerse zehiri yalâyalûm, ulelûm mi, yoksa kurtulâlûm mi?’ diye söyleşirlerdi.” Yüzyıllarca Budin Yahudileri arasında “yalâyalûm mi?” şeklinde darb-ı mesel haline gelen bu ifade beni gülümsetiyor şimdi.
Beç(Viyana) kapısının iç tarafında, Osmanlıların kaleye gelişi öncesinden kalan kocaman topun nerede olabileceğini kestirmeye çalışıyorum. Düşmanlar, Beç kapısından içeri girmeye kalktığında bir Yahudi bu topu ateşliyor. Birbirini ezercesine içeriye girmek isteyen “binlerce seçme Hıristiyan askerini” yere seriyor. Feryatlar feryatlara karışıyor.
Evliya Çelebi’nin “Macar, Nemse ve Çehliler bu sebepten, ellerine bir Yahudi geçse cızır cızır kebap ederler” deyişindeki gerçekliği, Osmanlı’nın kendisiyle kader birliği yapan Budin Yahudilerini bütün vergilerden muaf tutarak neden ödüllendirdiğini yerinde daha iyi anlıyor insan.
Osmanlı’nın bu topu muhafaza ederek, yanına her biri bir kaleyi perişan edecek büyüklükte dört balyemez topu koyarak “Osmanlı’nın gücü”nü gelene geçene göstermesinden ibret alınmaz da ne yapılır? Buna bir de Beç kapısı, en işlek kapı olduğundan Bağdat fâtihi Sultan Murad’ın gelip geçenler seyretsinler diye gönderdiği altı kalkan ve bir mızrak eklendiğinde Osmanlı’yı “Osmanlı” yapan “sır”lardan sadece ikisini anlayabiliyorsunuz.
Bağdat Fatihi Sultan Murad’ın Budin’e Gönderdiği Altı Kalkanı Delen Mızrak!
Gözlerimin önünde “birbirine yapıştırılmış altı adet zincir kökü kalkana, bir mızrak öyle bir vuruyor ki, altı kalkanın öbür yanından mızrakların ucu iki karış çıkıyor. Çevri Çelebi tarihine tarih düşme vakti, lakin haddimi aşma zamanı değil şimdi... Çevri Çelebi’den daha güzeli tarih düşemeyeceğime göre, o bir kez daha düşsün tarihini…

Sıdk ile Cevrî duâ idüp dedi târihini
Kuvvet-i bâzu-i sultânı ide mevlâ füzun
Bec kapısının iç yüzündeki kemerlerde zincirlerle asılı olan o kalkanların zincir çivileri yerlerinde... Bilerek baktığınızda, bir çivi bile size tarihten bin sayfayı hatırlatıyor. Bilmeden baktığınızda ise “eskiden kalan bir çivi” oluveriyor.


Türklüğün ve İslam’ın Alperenleri: Gülbaba, Gazi Gürz İlyas Baba…

Neslimize atalardan yadigâr kalanları anlatmakta, aktarmaktaki eksikliğimizi Budapeşte’de bir kere daha yaşadım.Gülbaba’yı bilirdim lâkin Gazi Gürz İlyas Baba hakkında bilgim yoktu. Bağdat fâtihi Sultan Murad’ın gönderdiği kalkanların yanında Gazi Gürz İlyas Baba’nın mızrak ile deldiği bir pulluk demiri bulunurdu. Gürz İlyas Baba’nın gürzünün yüz okka olduğu belirtildiğinde, “bir okka 1282 gram olduğuna göre, 100 okka 128,2 kilo gelir” diye hesaplıyor ve bu gürzü elinizde taşıyarak savaşmayı hayal ettiğinizde dehşete düşüyorsunuz adeta. Her biri “onar okka” geldiği yazılan, “onaltı evli sâhibkranlar salığı” da cabası elbette. Hepsi aynı yerde sergileniyormuş.
Sevgilisine “Hasretinden prangalar eskittim” diyen Ahmet Arif’in prangası yüreğime vuruldu sanki. Ben bu kapıda kilitlendim dakikalarca.
Osmanlı’nın Beç (Viyana) Kapusu adını verdiği kapısından içeriye adım attığınızda  eskiden “dış kale” olarak adlandırılan bölüme geçiyorsunuz.  Osmanlı döneminde “duvarlarında her birine ayrı adlar verilen, tam doksan san’atlı kule”nin izlerini sürüyor gözleriniz. Evliya Çelebi’nin ifadesiyle “Her birine biner adam sığacak genişlikte, Sultanahmet’teki “At meydanı genişliğinde on yedi büyük kule”nin bulunduğu alanın sağında Macar Milli Arşiv Binası hizmet veriyor şimdilerde. Bec(Viyana) kapısından geriye kalanlar ise içini acıtıyor insanın.


Gül-bangi Muhammedî Çekerek Budin Kalesini Gezmek…


İlahi bir hikmet olsa gerek, bir Cuma günü ziyaret ettiğim Buda kalesinin Bec kapısından içeriye girdiğimde, Evliya’nın “Her cuma günü bu kuleler üzerine flandıra, alem ve bayraklar dikilip, her birinin nöbetçileri duâ edüp gül-bangi Muhammedî çekerler”sözünü hatırlıyorum. Ben de gül-bangi Muhammedîmırıldanıyorum şimdi.
Yedi başlı ejder gibi, kırmızı çuha çullarıyla sarılmışçultutmaz, kundaktutmaz, balyemez, amanvermez topları gümbür gümbür gümbürdemede yüreğimde…
Kuleleri bir bir ziyaret etmek için Ova kapısına gelmelisiniz. Ova kapısı şimdilerde ortada yok ama Mezo utca’nın Buda kalesine açılan bölümünde, Mezõ kapunak şeklinde ararsanız izlerini bulmak mümkündür.
Evliya Çelebi’nin iki katlı olduğunu söylediği Ali Paşakulesinin nerede olduğunu tahmin etmek istiyor insan. Her biri farklı farklı süslenen Karakaş Paşa, Bali Paşa, Süleyman Paşa, Sarı Kenan Paşa, Siyavuş Paşa, Kara-Murad Paşa kulelerinin nerelerde kurulmuş olabileceğini tahmin etmek zor değil elbette.


Kulesi Önünde Bali Paşa’yla Hasbihal


Bali Paşa kulesinin önündeyim. Bali Paşa’ya Fâtiha okurken“Camimin hali nicedir?” diye soracakmış gibi geliyor insana. Şükür ki, Fatih’in Bali Paşa caddesine açılan Hoca Efendi sokağındaki bu camide bir Cuma namazı nasip olmuştu. “Zevceniz Hüma Sultan’ın 1504’te tamamlattığı Bali Paşa Camisi’nde nerdeyse 500 yıl sonra bile size Fatiha okunuyor. Dört büyük deprem geçirse de hala ayaktadır. Sol tarafta bir kuş evi bile yapılmıştır” demek için hazırım.


Osmanlı’nın Meşhur “Ümmi” Darbecisi
 Arnavut Kara Murad Paşa’yı Nasıl Hatırlamalı?

Arnavut asıllı Kara Murad Paşa adına 1650-1653 yılları arasında inşa edilen Murat Paşa Kulesi’nin (Murád Pasa tornyát) önündeyim. 1686 yılında Budin’i Osmanlılardan almak isteyen Haçlı kuvvetlerinin saldırılarında büyük hasar görmüştü. 1800’lü yıllarda yeniden inşa edilen bu kule, 1960 yılında da restorasyon geçirmişti.
“Sultan İbrahim’in hal'i” olayına karışan Arnavut asıllı olanKara Murad Paşa’nın Vezîr-i âzam Hezarpâre Ahmed Paşa’nın parçalanarak öldürülmesi ardından Sultan İbrahim’i tahttan indirerek yerine yedi yaşındaki oğlu IV. Mehmed’i tahta geçirme şeklinde gerçekleşen bir “darbe”nin planlayıcısı ve yöneticisi olduğunu hatırlıyorum.
“Sadrazam Sofu Mehmed Paşa’nın yeniçeri ocağı ağalarından Sarı Hüseyin Kethüdâ’yı öldürttü. Kösem Sultan’ı da ortadan kaldıracak” diyerek Büyük Valide sultanı ikna eden ve buna karşılık ondan sadrazamlık sözü alan bu paşa, günümüze uzanan darbecilik zihniyetinin ilk kahramanlarından aslında. Bu kadarla da kalmamış, başka pek çok sadrazamın göreve gelmesini ve görevden ayrılmasını etkilemiş; sadrazamlık, kaptan-ı deryalık, Budin beylerbeyi, Şam beylerbeyi gibi tüm makamlara gelmiş biriydi Kara Murad Paşa.
2 Receb 1065'te (8 Mayıs 1655) Kürt Mehmed önderliğinde örgütlediği isyan, tarihte yaşanan isyanlarla günümüzdekiler arasındaki benzerlikleri gözümüzün önüne seriyor.
Şam’a varmadan rahatsızlanan, Hama şehrinde Arnavut Mehmed Paşa’nın konağında tedavi görürken sıtmadan ölmüş, Hama’daMehmed Paşa'nın kendisi için hazırlattığı türbeye gömülmüştü.
Hama’dan ne kadar uzaktayım şimdi. Uçakla gitsem bile Budapeşe-Hama arası 4 saati bulur. Buda kalesi üzerindeki kulelerden birine adı verilen Kara Murad Paşa kulesi önünde tarihe dalıyor insan… Okuma ve yazması dahi olmayan (ümmî), cesaretini zekâsıyla birleştiren iri yapılı olduğundan “dev” lakabıyla da anılan Kara Murad Paşa’dan alacağımız çok ders var elbette. Türkiye’deki iktidar mücadelelerinden tutun da, iç isyan örgütleyenlerin kimleri, nasıl kullandıklarına; devletin en üst kadrolarının nitelikli insanlar yerine “gözü kara”lara kaldıklarına dair pek çok ders…
Bu dersi almak için Budapeşte’ye gelip Buda kalesine gelmeniz gerekiyorsa, bunu yapmaktan çekinmeyin!


Kapılar, Kapılar, Kapılar… İç İçe Geçmiş Kapılar…


Orta kalenin Tuna’ya bakan tarafında at ve arabanın girip çıkamadığı, aşağıdaki büyük varoş kalesine taş merdivenle yaya inilen Kafesli Kapı bulunurdu. Bu kapıya Uğrun Kapı da denirdi.
Osmanlı döneminde yedi kapının bulunduğu Orta hisardan Saray Kapısı’na yöneliyorum. “Orta Ladenin” adıyla da anılan bu kapı, bütün divan erbabının, Paşa Sarayı’na gittiği kapıydı. Orta hisarda kuzeye açılan iki katlı, demir kapılar vardı. Yine kuzeye açılan atların güçlükle çıktığı fakat arabanın giremediği Tophane Kapısından aşağı varoşa inilirdi. Tophane Meydanı’na açılan bir ağaç kapıdan geçilerek Balî Paşa Meydanına ve Kızılelma Sarayı’na gidilirdi. Ayrıca doğu tarafında bir kapı ve bunun sağ tarafta küçük hisar kapısı bulunurdu.
Orta kale bölümünde hepsi beşer, altışar katlı ve rengârenk 1060 tane âyan ve hanedan sarayları vardı. Kuşatmalarda defalarca yanan bu saraylar, her seferinde daha güzel tamir edilmişlerdi.


Budin Beylerbeyi, Orta Hisar Sarayında Kalırdı


Orta Hisar’ın kuzeyinde ikiyüz adet daracık odalı, dar bir avlulu, bir hamamlı, bahçesiz Orta Hisar Sarayı bulunurdu. Son derece kalabalık maiyetiyle Budin’e gelen Kara Murad Paşa bu saraya sığamayınca, sarayı genişletip tamir ettirmişti. Kale duvarı üzerinde Tuna nehrine, Peşte ve Keçgemed ovalarına bakan pencereli, balkonlu bir küçük divanhane vardı. Bu divanhane, Topkapı Sarayı’nın İstanbul Boğazı ve Marmara Denizi’ni gören balkonlu divanhanesine benzetilmişti.
Biraz ötede Paşa Kethüdası Sarayı vardı. Çarşı ve pazarın her iki tarafında kat kat eski konaklar vardı. Her sarayın altında, kuşatma sırasında top güllesinden kurtulmak için yer altında birer kat mahzen bulunuyordu.
Sultan Süleyman Budin’e girdiğinde çarşı ve pazar, bütün konakların balkon ve pencereleri billur ve necef gibi camlar ile bütün duvarlarının yüzleri ve damları mavi kurşunla süslenmişti